top of page

Hüsran ve Masa Tenisi

Yazarın fotoğrafı: Lütfullah BeşiroğluLütfullah Beşiroğlu

Güncelleme tarihi: 12 Oca




Sinan Canan Hoca linteki videoda (https://www.instagram.com/reel/C_lF3m1MBaK/?igsh=MW83cTB0NDBwMjFxeA==) masa tenisi ya da onun gibi rekabet sporları ile ilgilenmemesinin nedenini açıklamış. Bir başkasının üzüntüsü pahasına sevinme duygusu doğuran bir aktivitenin kendisine uygun olmadığını anlatmaya çalışmış.


Çoğu kimse masa tenisinin kahvehane köşelerinde, yurt salonlarında okul kantinlerinin önünde, kafelerde oynandığına tanık olmuştur. Bu yüzden kolay bir spor sanılır. Bugüne kadar bu mecralarda masa tenisi için uzun mesailer harcayıp ta kendisini kötü bir oyuncu olarak tanımlayan birine rastlamadım desem yeridir. Evet bu ortamlarda masa tenisinin mantığı gerçekten de yenme yenilme rekabetine dayalıdır. Aslında o eğlenceyi katan da bu rekabet hissidir. Bazıları hırsı abarttığında ise ortam herkes için tatsızlaşır.  Ama masa tenisi gibi sporları gerçekten bir spor olarak yapmak istediğinizde bir antrenör eşliğinde, topla ya da topsuz yapacağınız saatlerce süren antrenmanlara hazır olmalısınız. Sonuçta kendinizi geliştirmek için uzun bir yolunuz vardır. Eğer spora yeni başlamış iseniz, evet herkese yenilirsiniz. Birçok etkinlikte olduğu gibi (bir enstrüman çalmak, bir alet kullanmak ya da sportif etkinlikler) herşey önce çok zor gelir. Fakat zaten iyi olmadığınızı bildiğiniz için bu size bir hayal kırıklığı gibi gözükmez. Gelişme kaydettiğinizde ise biraz özgüven kazanırsınız. Hatta yeteneklerinizi ve başarılarınızı abartabilir, sizden daha iyilere meydan okursunuz. Başarılarınızı her yerde anlatırsınız. Çaba harcamaya ve ilerleme kat etmeye başladığınızda ise yenilmek artık size daha zor gelmeye başlar. Aslında yenebileceğinize kendinizi inandırdığınız kişiye yenilmek ise tam anlamıyla bir hüsran duygusu yaratır. Ama belli bir noktaya geldiğinizde artık seviye atlamanın ne kadar da zor olduğunu görür, haddinizi bilmek zorunda kalırsınız. Masa tenisi sporu profesyonel turnuvalarda bile her yaştan kişinin birbiri ile karşılaşabileceği bir spordur. Kadın-erkek, çocuk-yaşlı, tekli-çiftli veya karışık şekilde son derece değişen bir çeşitlilikte rakipleriniz olabilir. Bu şartlarda hiç ummadığınız birine örneğin, spora sizden çok sonra başlamış, yaşlı biri ya da bir çocuğa yenilebilirsiniz. Bazı yenilgilerde rakibinizin gücü karşısında tam bir çaresizlik içinde olabilirsiniz yada denk bir mücadelede son bir şans sayısı ile gelen bir yenilginin acısı sizi karşılayabilir.


İşte bu noktada hüsran kapasitenizle yüzleşmek zorunda kalırsanız. Ve şunu idrak edersiniz; ne kadar iyi olursanız olun bu oyunu sizden daha iyi oynayan ya da sizi yenebilecek binlerce insan hala mevcuttur. Ve başarı sürekli artan bir grafikle elde edilen bir şey değildir. Bu durumda tüm hırsınıza, çalışmanıza ve yeteneklerinize rağmen katlanmanız ve yüzleşmeniz gereken duygular sizi karşılar. Dolayısıyla yaşamınızın başında yenilerek başladığınız bu sporda defalarca yenilginin tadını alır ve sonuçta yenilerek bu sporu tamamlarsınız.


Yani masa tenisinde Sinan Canan’ın dediği gibi değil de, birinin üzülmesine tanık olmak kadar kendi sınırlıklarınız ve hüsranlarınızla da yüzleşirsiniz. Sinan Canan öncelikle kamuoyunda ilgi gören insanların düştüğü marazlardan birine yakalanmış gözüküyor. Bu kişiler kendi handikap veya yetenekleri karşısında geliştirdikleri başa çıkma tutumlarını yada tavır alışları ile ilgili deneyimlerini, kendisi herkese tavsiye ediyorum demese de, birilerinin benimsemesi için bir işaret olarak gösteriyorlar. Çok mu hızlı gittiğini düşünüyorlar, kendilerine verdikleri yavaşla telkinini herkese veriyor ya da aylaklığa övgü düzüyorlar. Başka bir zamanda çalışarak mı mutlular, herkese çalışmayı tavsiye ediyorlar. Sinan Canan yenilmeyi bu kadar dert edinen insanlarla uğraşmak istememiş olabilir. Yahut kendi zaafından doğan bir durumu bize bir bilgelik tercihi gibi yansıtıyor olamaz mı? Aslında katlanamadığı yenilmeye olan tahammülsüzlüğü, düşük hüsran kapasitesi ya da gençliğinde rekabetten kaçan bir özgüven sorunu olamaz mı? Sonuçta başkasını üzmek ihtimali olan bir karşılaşmada üzülmek ihtimali de vardır. O halde aslında kaçındığımız şey, kendi hüsran ihtimalimiz olmasın? Ne demişti şair İlhami Çiçek şiirinde; “Yürümek dışında bütün eylemlerin adı kaçış kaçış kaçıştır”.


Eğer uğraştığınız iş doğası gereği bir rekabet içeriyor ve sizin başarınız muhatabınızın başarısızlığı nispetinde artıyorsa buradan doğacak bilgelik bu işi bırakmak değildir. Zaten yaşamımızda benzer rekabet ortamlarına girmek zorunda kalıyoruz. Sonuçta hepimiz merkezi sınavlarla giriyoruz ve kendi sevincimizin veya üzüntümüz yanında başkalarının bizizmkine zıt olan deneyimlerine tanık oluyoruz.


Bizler profesyonel ya da veteran masa tenisi oyuncuları ne yaparız? Basitçe yenileni teselli ederiz yada umursamayız. Hatta turnuvalarda elenenlere yönelik maç arzularını devam ettirmek için teselli (consolation) maçları düzenlenir.  Ama çoğu oyuncu zaten kendi teselli ve bahanesini üretmeyi becerir. Birçok oyuncu rakibe, hakeme salona, ışıklara, topa, zemine, kendi raketine, rakibin raketine, kendine, antrenmansızlığına, sakatlığına vs. bini bir para bahaneler üretir.   Bu yenilginin verdiği hüsranı kendisinden saklamanın yani aslında kendini kandırmanın bir yoludur. Hatta bahane dozu arttığında bu durum yenen kişinin başarısına gölge düşüren bir saldırıya dönüşür. Bu durumda mağlup, galibi hüsranla baş etmek zorunda bırakır. Galip olan ise yenmişken alacağı hazzı kaybetmemek için kendi pozisyonunu takınır.  Japon çocukların antrenman videolarını seyredenler görmüştür. Bırakın maç kaybetmeyi, bir topa doğru vuramayınca bile dakikalarca ağlıyorlar ve antrenörleri onları teselli etmeye çalışıyor. Dolayısıyla hayal kırıklığı ve utancı bu derece basit bir başarısızlığa indirgeyen bir çocuğun hayatta hüsran kapasitesini geliştirmek için bundan daha büyük bir fırsat mı var? Hele yenilince öfkeye kapılmak ya da kendinden kötü bildiği bir oyuncuya yenilmenin utancı yaşayanlar için bir spor yenilgisi, ne büyük fırsat aslında kendi zaafları ile yüzleşmek için. Biri onu yendiği için kişi hüsrana uğruyorsa bırakalım ne hali varsa görsün.  Hayatta haddini öğrenmenin fırsatını basit bir oyunda yakalamış, daha ne olsun?


Yaşadığımız bu dönemde çocuklarımızı en ufak bir başarısızlık ya da engellenmişlik durumunda yaşadıkları hüsran duygusuyla baş etme kapasitesini geliştirmek için masa tenisi gibi sporlara neden daha fazla yönlendirmeyelim? Ortalıkta dolaşan bazı videolarda masa tenisinin motor ve mental yeteneklere olan faydasını anlatan videolar görüyoruz. Evet gerçekten bir topun masanın bir ucundan diğer ucuna saniyenin beşte biri hızla ve değişik falsolar ile hareket ederek ulaştığını hesap edersek bu topa doğru ve etkili bir şekilde vurabilmek için sahip olmamız gereken yeteneklerin ne kadar fazla olması gerektiğini tahmin edebiliriz. Fakat çocuklarımızı rekabet sporlarına yönlendirmek, onların her şeyi zahmetsizce önlerinde buldukları bir dünyada aslında hüsran kapasitelerini geliştirmeleri için fırsatlar da sunmaktadır. Elbette bir rekabet ortamında yenile yenile hüsran kapasitemizi artırmak gibi bir yol önermiyorum. Aksine bu durum öğrenilmiş çaresizliğe de neden olabilir.


Sinan Canan'ın sözleri düşündürücü. Referans verdiği bir çok bilim insanı, çalışmalarını kendisinin uzaklaştığını iddia ettiği akademinin rekabet ve kıskançlık iklimlerinde üretti. Eğer belirttiği gibi bir ilkeye bağlı olarak hareket ediyor ise yolun başında neden bu rekabet ortamından ayrılmayı seçmedi. Bizler de birinin üzülmesine neden ya da tanık olacağız diye rekabet sporlarından ve akademiden uzak mı duralım? Ben bilgelik orta yoldadır diyenlerdenim. Galibiyet sonrası sevincimizden çok yarışma anındaki hırsımız ve yenildiğimizde verdiğimiz tepkiler bizi daha çok ele veriyor. Ama çoğu masa tenisi oyuncusunun gerçekten bu anları hissettiği ve rakibine kendisini yenmesi için fırsat tanıdığı anlar ya da maçlar vardır. Ya da kendinden usta bildiği bir kişiye karşı hırsla maç yapmaktan kendini alıkoyduğu. Genç nesillere bu rekabet ortamlarında temel ilkelerden vazgeçmeden nasıl ayakta kalabileceklerinin yollarını göstermeyi denemeye devam etmeliyiz. Tıpkı gerçek hayatta bazen yenilmeyi ve geri çekilmeyi göze aldığımız mücadele gibi...


Lütfullah Beşiroğlu

Bornova

Ocak, 2025

 
© Copyright
bottom of page